KİMLİKSİZLEŞME
Yaşadığımız bu zorlu günlerde, oturup hayatı ve kendimizi sorgulamaya fırsat bulmuşken biraz oluşturduğumuz toplumdaki konumumuza ve zaman içinde yaşadığımız değişimlerin etkisiyle herkesin, her şeyin aynılaştığı dünyaya şöyle bir uzaktan bakabiliriz.
Biz insanlar, var olan tüm canlılar gibi belirli yapı taşı dizilimlerinden meydana gelirken diğer canlılardan farklı olarak bu hayata kattığımız hayallerimiz, hedeflerimiz, başarı/başarısızlıklarımız ve de kusurlarımız var. Hayatta kalmak için tüm canlıların sahip olduğu stratejinin yanı sıra bizdeki yaşama gücü, içgüdüsel olarakdeğil sahip olduğumuz bilinçle kazanılır. Bilinç, çevremiz ve toplum ile sürekli etkileşim halinde olarak kendimizi aşmamızı, sürekli olarak bir üretim sürecinde bulunmamızı sağlar ve bu şekilde bilince sahip bireyler olarak birlikte içinde bulunduğumuz toplumu oluştururuz. Bireyler olarak toplumu oluştururken aynı zamanda topluluk içinde özgür birer varlığız, bunu sağlayan, benlik bilincine, özgür hareketlere, bizi biz yapan çeşitli kimliklere sahibiz. Kimliklerimiz ile içinde bulunduğumuz çevreye adapte olur yaşamımızı sürdürürüz.
Çevreye uyum sağlamamızı sağlayan bu kavramı inceleyecek olursak kimlik, ilk aklımıza geldiği şekli ile özelliklerimiz, farklılıklarımızdır. Kimlik, bizi birey yapan tüm özelliklerimizi kapsar. Bu özellikler kendi kendimize yüklediğimiz veya içinde bulunduğumuz toplumumuzun bize yüklediği sıfat ya da sadece ‘ne’ olarak göründüğümüz olabilir. Sahip olduğumuz kimlikler, toplum içindeki durumumuz, birbirimiz ile etkileşimimiz, iletişimimiz ile anlam kazanır. Toplum ve onu oluşturan bireyler sonsuz bir etkileşim halindedir ve zaman içerisinde toplumların yaşadığı tüm süreçler bireyleri etkiler.
Yaşadığımız dünya ve toplumlar zaman içinde büyük değişimler geçirdi. Yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olaylar ile toplumsal yapılar biçim değiştirdi. Şu an yaşadığımız toplumların bugünkü halini almasındaki en önemli durumlardan biri küreselleşme ve etkileridir. Küreselleşme, ham madde arayışı ile başlayıp ardından Sanayi Devrimi ile devam ederek hız kazanan bir kavram. Toplumsal hayatta ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal sonuçlara sahip olan bu olgu, toplumsal yapılarda ve kültürel dokularda çok derin etkiler bırakan çok yönlü bir gerçeklik. Küreselleşme; toplumsal yapıları, kültürleri, ekonomileri, nüfusun her kesimini, siyasal sistemleri ve tüm bunlarla birlikte gündelik yaşamımızı her yönü ile etkiledi. Bu küresel etki artık kaçınılmaz hale geldi. Küreselleşme ile toplumlar, insanlar geçmişe oranla birbirinden daha fazla etkilenerek sonuçta ortak bir düzen oluşumuna gitti. Bu düzende toplumların kültürel, siyasi ve ekonomik sistemleri aynılaşırken zaman zaman insanların ekonomik durumlarında olumlu-olumsuz etki etmeye, toplumlarda kimlik krizleri yaşanmaya başladı.
Toplumları bu kadar derinden etkileyen bir olgunun tasarımları da etkilemesi doğal bir süreç. Tasarımlar, artık küreselleşme ile birlikte yeni değerler sistemi kazanır hale gelirken amaç ve anlam bulmakta çeşitli zorluklar yaşanıyor ve anlam kayıpları meydana gelebiliyor. Bu anlam kayıpları, yaşadığımız mekanlarıntasarımlarına da büyük oranda yansıyor ve sonucunda karşımıza kimliksiz mekân tasarımları sorunu ortaya çıkmaya başlıyor.
Mekân kimlikleri, bireyin içinde yaşadığı fiziksel çevrenin etkilerini taşıyan, aynı zamanda bireyin kendi kimliğinin etkisi altında kalan ve onun bir alt yapısı şeklinde var olan bir olgu olarak tanımlanabilir. Mekanları tasarlarken, toplumsal kimliğin dikkate alınması oldukça önemli ve mekânın sürekliliğini sağlamasının da temel gerekliliklerinden biridir. Kimlik; bireyin mekânı güçlü, özgün, diğer mekanlardan farklı olarak tanımlayabileceği özellikleri şeklinde ifade edilebilir. Daha önce bahsettiğimiz kimlik olgusunda, nasıl kişiler birbirlerini etkileyerek kimliğin oluşumunda etkin oluyor ve kimlik sürekli bir değişim içerisinde ise, aynı şekilde kişiler ve mekanlar da sürekli bir etkileşim halinde olduğu için mekanların kimlikleri de bu değişime karşı koyamıyor. Mekanlar, içerisinde yaşayan insan ve toplum ile zaman içerisinde biçim değiştiriyor. Toplumun zaman içerisinde yaşadığı değişimler mekanların kimliklerine de aynı şekilde etki ediyor.
Küreselleşmenin toplumsal hayat üzerine yoğun etkisi ile her şey hızlanıp, tüketiliyor. Bu hızlı tüketim olgusunun mekanlara yansıması sürekli olarak değişip dönüşerek genellikle aynılaşıyor. Bunun sonucunda mekanlar, bu süreci yaşayan bireyler gibi bir “kimliksizlik” sorunu yaşıyor. Oysaki bireyler; yaşadıkları mekâna değerler yükledikleri, oraya bağlandıkları zaman o mekân kimliğe kavuşur. Fakat günümüzde toplumsal ve kültürel değişimlerdeki hız birçok diğer olgu gibi mekâna da bağlanmama, sadece kullanıp tüketme eğiliminde. Bu tüketimin oluşturduğu insanların tek tipleşmesi sonucunda, insanı temel alan mekân tasarımları da tek tip, kimliksiz mekân tasarımlarına dönüşüyor. Bu çift taraflı etkileşim sonucunda ‘aynılaşma’ ve ‘kimliksizleşme’ hem mekân hem de insan bağlamında kaçınılmaz görünüyor. Sonuçta, karşımıza özgünlük taşımayan zaten en başında bu kaygı güdülmeden tasarlanmış mekanlar çıkıyor. Kullanıcı da yaşamının hızına kapılıp mekândan daha fazlasını beklemeden tüketip bir diğerine geçiyor.
- Published in Tasarım
HER ŞEY GİBİ KELİMELERİ DE Mİ TÜKETTİK?
Herkese selamlar, pek çoğumuzun zaman zaman girdiği “varoluşsal sancılar” dönemimden bildiriyorum: Evet, bu yazıyı yazmaya başlamak çok zor oldu. X•DNA sekmemize göz gezdirdiyseniz (bkz. www.xdesignfactory.com/xdna/ ) ve birazcık aşağılara da kaydırdıysanız belki de bu tasarım ekibinde yer alan ancak bölümünü bırakmış biri olduğumu görmüşsünüzdür. Bunun sebebi tasarımdan keyif almamam değil de yaptıklarımdan keyif alamaz hale gelmemdi; yoksa içimizdeki yeni şeyler düşünme ve yaratma hevesi bitmedi! Oradayken pek de kullanamadığım 4 yıllık tasarım eğitimi deneyimim bugün bana bir şey hatırlattı: yıllar önceki temel tasarım dersimden kalan bir kompozisyon çalışmasının parçası “kelimeler tasarlanınca şiir oluyor”.
Az önce bahsettiğimiz tasarımın sonucu, kendimizi ifade etmenin çeşitli yollarından biri olan şiir, en eski edebi tür olarak da biliniyor. Duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturulan bir tür olarak özetlenebilir. Şiirler bir yana, derdimizi 2-3 kelimeyle bile anlatmaz, anlatamaz olduk. Okumadığımız gibi, dinlemez olduk. Her şeyin inanılmaz bir hızla üretildiği ve çok çok daha hızlı tüketildiği bu çağda, bahsedilen “her şeyi” pek çoğumuz mobilya, kıyafet gibi ürünler olarak düşünmüşüzdür. Peki ya kelimeler? Her şey gibi kelimeleri de mi tükettik?
Ağzımızdan çıkanları artık hiç düşünmüyoruz, her yerde, her şeyi konuşuyoruz. Söylediklerimizi ölçüp tartmıyor, nasıl söylediğimize de dikkat etmiyoruz. Yani aslında kelimelerimizi tasarlamıyoruz. Çok şey söyleyip içlerini boşaltıyoruz; hâl böyle olunca da konuşa konuşa tüketiyoruz her şeyi, geriyeyse kimi zaman pişmanlıklar, kimi zaman kırgınlıklar kalıyor; çoğu zamansa zaten bunlar bile kalacak kadar üstünde durmamış oluyoruz söylenenlerin ya da söylediklerimizin. İletişimin temeliydi bunlar oysaki. Birine iyi günler dilemenin gerçekten o insanın gününü güzelleştirebileceğini umursamaz, birinin halini sorarken cevabı dinlemez, özenle seçeceğimiz yerde kelimeleri hoyratça kullanır olduk. Karşımızdakinin ne anlattığıyla ilgilenmeyi bırakıp kendi derdimizi söylenmeye düştük. Karşı tarafı sessize almak biraz da kendimizi susturmak oluyor. Dinlemediğimiz her an düşünmeyi bırakıyoruz. Gelin görün ki bahsettiğim kelime tasarımı tam olarak bu aslında. Hadi gelin, Dieter Rams’ın “İyi Tasarımın 10 Temel Prensibi”ne bir de kelimelerin tasarımı şiirler açısından bakalım.
1)Şiir Yenilikçidir
-Kitabının adı bile İkinci Yeni öncüsü olan-
…
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
…
-Cemal Süreya
2)Şiir Kullanışlıdır
-Kime desen, niye desen olan-
…
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün…
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
…
-Can Yücel
3)Şiir Estetiktir
-Dizelerin uyumu bir yana, hayata da ayrı güzel baktıran-
…
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım.
…
-Turgut Uyar
4)Şiir Şiiri Anlamamıza Yardımcı Olur
-Derdini derdiyle anlatan-
…
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,
Ne yıldız kayması gecede,
Ne tren tarifesi cepte
Ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
…
-Şükrü Erbaş
5)Şiir Fazla Öne Çıkmaz
-Mısraları değil betimlemeleri kalan-
…
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.
-Nilgün Marmara
6)Şiir Dürüsttür
-Oldurmaya çalışmadan, olmazlarıyla sevdasına tutunan-
…
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum…
-Attilla İlhan
7)Şiir Dayanıklıdır
-Rubai kavramını günümüze taşımakla kalmayıp alternatif gruplara da ilham olan-
…
Tanrım; bu güzel yüze vermişsin emek,
O sümbülü koklamak, saçın’ ellemek.
Sonra da ona bakma, dersen, anlamı:
Dolu kadehi ters tut, hiç dökme demek!
…
-Ömer Hayyam
8)Şiir Son Detayına Kadar Uyumludur
-Kafiyeleri değil ama çelişkileriyle uyumu bulduran-
…
Bütün yüzler budur sanıyorum
Çok kaybettim niye olduğumu
Oynasam kazanırdım kendime göre
Belki de bir Tanrı bulup sığınır ellerime
Büyütür dururdum korkunçluğumu.
…
-Edip Cansever
9)Şiir Çevrecidir
-Anlatmaya kelimeler yetmeyen-
…
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
…
-Nazım Hikmet Ran
10)Şiir Mümkün Olduğunca Az Şiirdir
Söylenmiyor çok şey, susmadan…
-Özdemir Asaf
…
- Published in Tasarım