x design factory

  • X
  • X·DNA
  • X · DEĞER
  • X · MAG
  • X · MAG ARŞİV
  • X·İLETİŞİM

Category: Tasarım

 

TECRÜBE

Pazartesi, 06 Temmuz 2020 by Özgür Can Akdağ

  Bu yazıyı sıcak bir Eskişehir gününde, ilk tasarladığımız ürünün ilk alınan siparişinin ilk paketlenişinin ardından kargoya verildikten sonraki ilk boşluk bulduğum anda, böyle ilklerle dolu, duygusal bir günde kaleme alıyorum. Neredeyse 6. ayını tamamlayacak olan markamız, geçirdiğimiz beş küsur ayda bize, daha özelinde bana kazandırdığı nice deneyimler oldu.

  Markanın ilk heyecanlı toplantısı için iş yaşamında birbirinden habersiz 6 kişi bir araya geldi. İstekli, enerjik ve yaratma arzusuyla yaptığımız planlar tüm dünyaya ve bizlere sürpriz olan pandemi dönemiyle aramıza mesafeler soktu ve bizi dijital ekranlara hapsetti. Fakat bu sürpriz bile içimizdeki yaratma arzusunu ve heyecanı engelleyemedi. Örneğin ekibimizden Eliz, yaşanan izole günlerde ailesiyle birlikte el emeği bir ürün ailesi üretti. Ekibimizden Oya, evinde el emeği dekoratif beton ürünler üretti. İnsanları bir araya getiren ilk etkinliğimizi Özlem Hocamızla gerçekleştirdik ve beklemediğimiz yerlerde yeni insanlarla tanışma fırsatını ve tahmin edemeyeceğimiz mecralarda ismimizi duyurma imkânını yakaladık. Hatta bu süreç için Türkiye’de ilk defa hazırlanan postpandemic.xdesignfactory.com isimli tasarım kütüphanesini hayata geçirdik. Bu izole günlerde yeni ürünler tasarladık, bol bol hayal kurduk ve dijital ortamda içerikler tasarlayarak aktif olmaya çalıştık.

  “X” in getirdiği sınırsızlık ve özgürlük fikirlerini süreç içinde somutlaştırmak için çok çalıştık ve çalışmaya devam ediyoruz. Aslında bu marka için nice fedakarlıklar yaparak ve tüm zorluklara göğüs gererek, hayallerimizi gerçekleştirebilmek için çabalıyoruz. Yani bir nevi yoktan var ediyoruz. Tırnaklarımızla kazıyarak ilerliyoruz.

  Neyse, burada gözyaşları sel olmadan önce ben gene tecrübe konusuna geleyim isterseniz. Belki de eğitim hayatlarımızda pek odaklanmadığımız ya da o konulara gelene kadar başka dertlerimiz sebebiyle görmezden geldiğimiz bir sürü detayı süreç içinde yaşayarak öğreniyoruz. Mesela bir ürün bir kullanıcıya sağ salim nasıl ulaştırılır, nasıl paketlenir, nasıl korunur, hangi yollarla gönderilir, paketin içine ne konsa açan için bir sürpriz olur gibi daha pek çok sorunun cevabını bu süreçte deneyimleyerek öğreniyoruz.

  Bizler “üret, sadece üret” mottosuyla fikirlerimizi somutlaştırmaya devam ediyoruz. Yolumuz uzun ve güzel!

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

 

BİR TASARIM KLASİĞİ : BARBİE

Pazartesi, 22 Haziran 2020 by Umay Bostan

Çocukların tablet kullanmadığı ama artık pek saklambaç da oynamadığı dönemlerin popüler oyuncağı, neredeyse herkesin oynamasa da bildiği, benzer görünüşteki oyuncak bebeklerin yanı sıra canlı benzerlerine de adını vermiş Barbie, aynı zamanda bir tasarım klasiği. Belki de ‘adını tasarımcısının kızından alıyor’ hikayesini duymuşsunuzdur; pek kimsenin bilmediği ilham kaynağı ve çıkış hikayesi ise bu yazımızda.

Amerikan oyuncak firması Mattel Inc. başkanı Ruth Handler, yetişkinler gibi davranarak oyun oynayan kızı Barbara ve arkadaşlarını izlerken aklına ‘neden bebek oyuncaklar gibi yetişkin oyuncakların da olmadığı’ geliyor. O zamanlar üç boyutlu bebeklerde böyle seçenekler yok, genelde kağıt bebekler var. Bu fikri eşi, aynı zamanda Mattel kurucu ortağı Elliot ile paylaşıyor ancak Elliot ve diğer kurul üyeleri fikre sıcak bakmıyor. Hiçbir annenin, çocuğunun ‘kadın’ şeklinde bir oyuncakla oynamasını istemeyeceğini söylüyorlar; halbuki silah şeklinde oyuncaklar üretmekten rahatsız olmuyorlar. Bu fikri aklından çıkarmayan Ruth Handler, ailesiyle çıktığı bir Avrupa seyahatinde Bild Lilli ile karşılaşıyor ve Barbie macerası başlıyor.

Almanya’da, 1952’de, ‘Bild’ Gazetesi’nin boş köşesini doldurması için çizilen karikatürlerde Lilli karakteri karşımıza çıkıyor. Lilli; savaş sonrası dönemde kimine göre para avcısı, şımarık ve teşhirci şekilde betimleniyor, kimine göre ise hazır cevap ve erkek otoritesine karşı duran şekilde. 1953’te o kadar popülerleşiyor ki gazete, üç boyutlu bir bebeğini üretmeye karar veriyor. Oyuncak bebek üretimine pek çok yeni özellik de bu şekilde getirilmiş oluyor. Lilli, çocuklara değil okuyucu kitlesine hitaben üretiliyor. Çok geçmeden bu oyuncak bebek, yetişkinler arasında bir şaka hediyesine dönüşüyor. Ebeveynler bu ‘oyuncağı’ çocuklarına uygun görmeseler de bir süre sonra, sunduğu geniş kıyafet ve aksesuar çeşitliliği özellikle de Almanya dışındaki çocukların da ilgisini çekiyor. Yine de Lilli, yetişkinler için çıkmış yeni bir ürün olarak bilinmeye devam ediyor.

Ruth Handler, Avrupa seyahati sırasında tam da aklındaki fikre uyan Lilli bebeği görüyor ve yanında götürmek üzere üç tane de satın alıyor. Tasarımın üstünde çalışıyor ve sonunda üç boyutlu haliyle bu bebeği, daha önce fikri reddeden kurula sunuyor. Oyuncak somut haliyle görülünce fikre daha fazla karşı durulamıyor ve adını gerçekten Ruth Handler’ın kızı Barbara’dan alan ilk Barbie, ’59 New York Oyuncak Fuarı’nda (Amerikan Uluslararası Oyuncak Fuarı) dünyayla buluşuyor. Kısa sürede büyük başarı eden ve Mattel firmasının en çok satan ürünü olan Barbie bir marka haline geliyor. Yalnızca bir oyuncak bebek ile sınırlı kalınmayıp bu bebek için tasarlanmış aksesuarlar ve eklentilerin yanı sıra ayrı bir pazara dönüşen animasyon filmleri, tekstil ürünleri, video oyunları ve müzikleri de tüm dünyada satılıp yayınlanıyor. Bu ünün ardından kendisine açılan bazı davalarından da ardından 1964’te Mattel, Bild Lilli’nin haklarını satın alıyor.

Ruth Handler, Barbie’nin her zaman bir kadının seçenekleri olduğunu temsil ettiğini, Barbie’nin felsefesinde, bebek aracılığıyla küçük kızlara istedikleri her şey olabileceklerini anlatmanın yattığını söylüyor. Pek çok lüks markanın özel kıyafetler tasarladığı, astronottan avukata, oyun tasarımcısından başkana 180 kariyer seçeneğiyle, farklı saç şekilleri, giyim tarzları vs. ile sunulan Barbie son dönemde Türkiye’de, sınırları aşan başarılı kadın modellerine Gülse Birsel’i de ekleyerek gündeme gelmişti.

Resmi websitesi, Barbie’nin dünyanın her yerindeki kızlara istedikleri her şey olmaları için ilham verdiğini söylese de uzun süre boyunca genişlemeyen ten rengi skalası, düz ve dalgalıdan çok da ileri gitmeyen saç stilleri ve standart vücut tipi uzun süre tartışma konusu oldu. 2016’da afro saç stilleri, yeni saç renkleri, farklı ten renkleri, farklı giyim tarzları, minyon, kıvrımlı ve uzun vücut tiplerinin yer bulduğu bir seri sunuldu. Satışa çıkışından 57 yıl sonra genişletilmiş bu yelpaze markanın çelişkilerini ve bazı soruların sorulmasını engelleyemedi.

Ben de çocukluğunda arabalarla da, bilyelerle de, Barbie ya da benzeri bebeklerle de oynamayı sevenlerdendim. Oynarken neden bacak boyları böyle uzun, neden mavi gözlüler, neden hep birbirlerine benziyorlar diye düşünmez, onları da yazdığım oyuna uydururdum. Saçlarını kırpık kırpık kestiğim, makyajını ve ojelerini değiştirmek için keçeli kalemlerle boyadığım, kıyafetini beğenmediysem çorap falan keserek yenisini kendimce diktiğim çoktur. Bu ‘tek tipliği’ çocukken birçoğumuz düşünmüyorsak da geçen zaman, biraz akran zorbalığı, biraz da okur-yazarlık düşünmeye teşvik ediyor. Eğer şu an düşünemiyorsak biz de bu kalıplara uymaya ya da uydurmaya çalışıyoruzdur gibi geliyor. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan olaylar ve başlayan Black Lives Matter protestoları mesela, ırkçılık ve ‘Avrupai’ güzellik standartları üzerine sizleri de düşündürmedi mi? Standartlaştırma çabası, sonunda o standarda uymayanları eleyen başka bir sistem. Bunun çocukken size işlenmesi fikriyse gelecekte acı sonuçlardan başka bir şey getirmiyor. Bugün ben de, çocukluğumun aksine, Barbie’lerin neden bu kadar kariyeri var da her kariyerde her ırktan bebeği yok diye düşünüyorum. Neden bu kadar geç kalındı? 2014’te düşen satışlar mı buna sebep oldu acaba, savunulduğu iddia edilen fikirler bir reklam stratejisinin ötesine geçebiliyor mu bile… Barbie’nin tartışmalı yönleri daha uzun konuşulabilir elbet, yeni onlarca seri sunulsa da bırakılan soru işaretlerinin değişmesi şimdilik pek mümkün görünmüyor.

Barbie; oluşturduğu oyuncak pazarıyla kapitalist sistem piramidinin tepesinde midir, anlattığı gibi herkesi cesaretlendiren bir felsefe midir, genişlettiği yelpazesiyle feminist bir ikon mudur, aksine güzelliği standartlaştıran bir olgu mudur, yoksa sadece bir oyuncak bebek midir?

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

 

“X”LER VARDIR!

Pazar, 14 Haziran 2020 by Özgür Can Akdağ

Size bu yazıyı sokağa çıkma yasağı olan 30 büyükşehir ve Zonguldak listesindeki Eskişehir’den yazıyorum. Hayat eve sığar diyorlar fakat bu bana 1+1 evler düşünülmeden söylenmiş bir slogan gibi geliyor. Biz gene asıl konumuza dönelim isterseniz. Size biraz “X”ten ve çıkış hikayesinden bahsetmek istiyorum. ”X”, hayatımızın her alanına nüfuz etmiş, Türk alfabesinde kullanılmayan kombine bir harftir. Boğazdan gelen gırtlaksı, hafif boğumlu bir H sesidir. TürkçedekiXalı (Halı), Xala (Hala), Xoroz (Horoz) sözcüklerinin bu harfle yazılması doğru ses değerlerine örnek teşkil eder. Fransızca söylenişiyle iks diye seslendirilen bu harf Türk abecesinde bulunmaz, ancak yabancı sözcüklerde geçer ve ks sesini verir. Türkçede ise matematikte bilinmeyen nicelikyerine ya da çarpı imi olarak kullanılır. ”X” Romen rakamlarında on (10) sayısını tanımlamaktadır. “X” belirsizlik durumunu anlatır. “X” tabelalarda yasağı yani olumsuzluk kavramını anlatır. Ama bensize daha olumlu bir haline göz kırpan vizyoner “X Design Factory markasının” X’inden bahsetmeye başlıyorum.

“X Design Factory”; hayalleri olan, farklı bölümlere, disiplinlere, karakterlere, memleketlere, seslere ve fikirlere sahip 6 kişinin buluştuğu bir oluşumdur. Ekibimiz birbirinden farklı disiplinleresahip (endüstriyel tasarım, moda tasarım, grafik tasarım, iç mimarlık) nadir topluluklardan biridir. Bizler gibi yeni mezun, hevesli, yeni bir şeyler yaratmayı arzulayan, hayallerinin peşinde koşan, genç ve emeğinin karşılığını alabilmeyi hedefleyen girişimci ruhlu tasarımcıların düşüncelerinin hayat bulduğu bu alanda ‘X’ bilinmeyeninin verdiği özgürlüğe sahip olan bizler bu hissin yaratıcılığa yeni bir bakış açısı getireceğine inanıyoruz. İşte, farklı anlamları ve kullanış şekilleri olan ‘X’in bizlerde yarattığı hisler özgürlük, sınırsız yaratıcılık, ilham, heyecan, dinamizm ve hatta gençliktir. Bizler herkes için ulaşılabilir yani satın alınabilir tasarım anlayışı ile tüketiciler arasındaki sınıf farkını minimuma indirmeyi hedefliyoruz. Çünkü evrensel tasarım olgusunun belirli bir kesimin tekeline ait olmadığına inanıyoruz. Üzerinde düşünülmüş, fonksiyonel, modern ve estetik tasarım ürünlerinin her evde yaşayabilmesinin hayaliyle çalışıyoruz. Yarattığımız bu alan hayal kurmak, ohayali somut bir şekilde görmek, bu hissi yaşamak ve en önemlisi yaratım eylemi ile eğlenmek isteyen herkese açık bir platformdur.

Bu platforma dahil olmak için dil puanlarına, ALES puanına, KPSS puanına, adınıbilmediğimiz ama bir işe girmek için lazım olan başka bir puana, ehliyet belgesine ve en önemlisi bilmem kaç yıllık deneyime (mesela her yerde karşımıza çıkan en az 2 yıl tecrübeye) sahip olmanızgibi bir zorunluluk yoktur. Okulunuzdan yeni mezun olmuş ve bir şeyler yaratma hayali ile yaşıyor fakat kendinizi tecrübesiz görüyor olabilirsiniz. Ama bizler hayatta imkansız diye bir şeyin olmadığına, imkansızın sadece zaman alacağına inanan bir ekibiz. Deneyimin, aslında o cesur adımı atıp hayallerinin peşinden koşarak kazanılacağına inanıyoruz. Bu ortamı aynı zamanda açık bir öğrenim alanı olarak tanımlayabiliriz. Sizlere verdiğim detayların içindeki sanırım en değerli ve vazgeçilmez olan duygu özgürlüktür. İşte biz, bu özgürlüğün bizim gibi hayalleri olan, itici bir güç arayan insanların içindeki yaratıcı düşünceyi rahatlıkla eyleme geçirebileceğini düşünüyoruz.

Yaratım heyecanıyla başladığımız bu süreçte hissettiğimiz duygu durumunun bende yarattığı itici gücün kelimelere dökülmüş halini aşağıda görüyorsunuz.

Yolumuz uzun ve güzel Heyecanımız yüksek Gençliğimiz var

Bizler özgürlüğüne düşkün
Hayallerini gerçekleştirme arzusuyla yanıp tutuşan Tasarıma susamış
Girişimci ruhlu tasarımcı gençleriz

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

 

CYBERPUNK DÜNYA

Pazar, 24 Mayıs 2020 by Umay Bostan

Son birkaç ayda yangın, deprem, kriz, salgın, savaş, bir de meteor çarpma ihtimali… Pek çok şey gördük. Bunca şey peş peşe gelince, kelime anlamı dahi ‘olmayan yer’ anlamına gelen ütopyaları henüz görememişken, normalde uzak bir ihtimal olan ‘kötü yer’ler yani distopyalar bize çok da uzak kalmadılar. “Distopyalar artık gerçek mi?” diye sorabiliyorsak distopik geleceklerde geçen cyberpunkdünyalar neden olmasın?

Cyberpunktan bahsedebilmek için öncelikle, distopyaların anti-tez olarak üretildiği ütopyalara değinilebilir. Yunanca kökenli ou (yok/olmayan), eu (mükemmel) ve topos (yer/toprak/ülke) kelimelerinin birleşiminden türemiş, hayali bir ada toplumunu anlatan ’Utopia’ kitabıyla kullanılmış bir kelime ütopya. Görüldüğü üzere yaşanmak istenen, hatta mükemmel olan ancak var olmayan toplum ya da toplulukları anlatıyor. Tabii herkesin mükemmeli farklı olduğundan, pek çok ütopya oluşuyor. Şu ana kadar siyasal, dini, ekonomik pek çoğu; kitaplarda, filmlerde, sanatta ütopik kurgular olarak yer edindi, edinmeye de devam ediyor. Yani ütopyalar doğal olarak çelişki ve karşıtlıkları da içermeye başlıyor. Halbuki temelinde herkes için, her açıdan adalet ve eşitlik barındırıyorlar; herkes çevresine karışmadan kendi mükemmelini yaratsa farklı ütopyalar oluşmayabilir ve belki de ancak bu şekilde tek ve en mükemmel ütopya oluşabilirdi.

Bu inanılması güç güzellikteki yerler fikri beraberinde karşıtını da getiriyor: her şeyin mümkün olduğunca kötü olduğu yer ya da durumlar olan distopyalar. Bir ütopya, ideal ya da rüya gibi toplumları belirtiyorsa distopya da kâbus gibi bir dünyayı anlatıyor ve aslında geleceğin dünyası kastediliyor. Ütopyaların olmayan yerler olduğuna bu kadar eminken distopyalarda oluşan soru işaretinin sebebi de bu olabilir. Bireysel geleceklerimizi kendi ütopyalarımızı hedefleyerek kurmaya çalışıyor olsak da küresel bakınca gelecek, korkutucu bir hal alıyor. Distopik dünyalar genelde insanlıktan çıkma, baskıcı devletler ve çevresel felaketlerle şekilleniyor. Dünya tarihine aldırış etmesek, bu sefer tanık olduğumuz çağ “acaba” dedirtiyor.

Cyberpunk ise bir kültür ve aynı zamanda bilimkurgunun distopik geleceklerde geçen bir alttürüdür. Aslında teknolojik bir ütopyayı andırabilecek bu gelecek, ileri teknolojinin toplumun karanlık yönünü öne çıkarması ve sistemin işleyişle distopya olmuştur. İlk defa yine edebi bir eserde yer bulan Cyperpunkkavramı orijinalinde kısaca “high-tech, low life”, Türkçede ise kabaca “ileri teknoloji, leş hayatlar” olarak geçiyor. Cyber (siber) hızla gelişen yüksek teknolojiyi, punk isebu hıza ayak uyduramayan insanlığı temsil ediyor. Kavramın ortaya çıkışı her ne kadar 60 ve 70’lerdeki yeni yazma stilleri, teknikleri ve arketipleri ortaya koyma isteği olsa da 80’lerdeki bir temel günümüze uzanıyor: Sürekli gelişen bir teknolojiyle yetişen ve bu sırada insanlar yerine teknolojik cihazlarla konuşan, ahlaki eksiklik ve teknolojik becerilerin kombinasyonu 21. Yüzyıl nesilleri.

Cyberpunk dünyalar betimlendiğinde, alıştığımız kahramanların aksine sisteme karşı savaşan, sıradan, daimi yalnız anti-kahramanlar vardır. Yapay zekalar, neon tabelalar, sibernetik protezler, gettolar, suç, yolsuzluk, endüstriyalizm, silahlar ve sürekli kültürel çatışma ön plandadır, belki biraz da nihilizm ve pesimizm. Her şey satın alınabilir ancak hayat o kadar hızlıdır ki “şimdi” bile “gelecek” olmuştur, yani hiçbir şeye sahip olunamaz. Asi, sert ve hayatı tiye alan ağzı bozukluğuyla edebiyata yeni bir soluk getirmiş bu tarz, farklı sanat ve tasarım dallarını da etkisine almakta. Şu an için çoğunlukla oyun tasarımı alanında karşımıza çıkıyor olsa da, Cyberpunk ile karşılaşmaya devam edeceğimiz şüphesiz.

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

 

KİMLİKSİZLEŞME

Cuma, 27 Mart 2020 by Eliz Mutlu

Yaşadığımız bu zorlu günlerde, oturup hayatı ve kendimizi sorgulamaya fırsat bulmuşken biraz oluşturduğumuz toplumdaki konumumuza ve zaman içinde yaşadığımız değişimlerin etkisiyle herkesin, her şeyin aynılaştığı dünyaya şöyle bir uzaktan bakabiliriz.

Biz insanlar, var olan tüm canlılar gibi belirli yapı taşı dizilimlerinden meydana gelirken diğer canlılardan farklı olarak bu hayata kattığımız hayallerimiz, hedeflerimiz, başarı/başarısızlıklarımız ve de kusurlarımız var. Hayatta kalmak için tüm canlıların sahip olduğu stratejinin yanı sıra bizdeki yaşama gücü, içgüdüsel olarakdeğil sahip olduğumuz bilinçle kazanılır. Bilinç, çevremiz ve toplum ile sürekli etkileşim halinde olarak kendimizi aşmamızı, sürekli olarak bir üretim sürecinde bulunmamızı sağlar ve bu şekilde bilince sahip bireyler olarak birlikte içinde bulunduğumuz toplumu oluştururuz. Bireyler olarak toplumu oluştururken aynı zamanda topluluk içinde özgür birer varlığız, bunu sağlayan, benlik bilincine, özgür hareketlere, bizi biz yapan çeşitli kimliklere sahibiz. Kimliklerimiz ile içinde bulunduğumuz çevreye adapte olur yaşamımızı sürdürürüz.

Çevreye uyum sağlamamızı sağlayan bu kavramı inceleyecek olursak kimlik, ilk aklımıza geldiği şekli ile özelliklerimiz, farklılıklarımızdır. Kimlik, bizi birey yapan tüm özelliklerimizi kapsar. Bu özellikler kendi kendimize yüklediğimiz veya içinde bulunduğumuz toplumumuzun bize yüklediği sıfat ya da sadece ‘ne’ olarak göründüğümüz olabilir. Sahip olduğumuz kimlikler, toplum içindeki durumumuz, birbirimiz ile etkileşimimiz, iletişimimiz ile anlam kazanır. Toplum ve onu oluşturan bireyler sonsuz bir etkileşim halindedir ve zaman içerisinde toplumların yaşadığı tüm süreçler bireyleri etkiler.

  Yaşadığımız dünya ve toplumlar zaman içinde büyük değişimler geçirdi. Yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olaylar ile toplumsal yapılar biçim değiştirdi. Şu an yaşadığımız toplumların bugünkü halini almasındaki en önemli durumlardan biri küreselleşme ve etkileridir. Küreselleşme, ham madde arayışı ile başlayıp ardından Sanayi Devrimi ile devam ederek hız kazanan bir kavram. Toplumsal hayatta ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal sonuçlara sahip olan bu olgu, toplumsal yapılarda ve kültürel dokularda çok derin etkiler bırakan çok yönlü bir gerçeklik. Küreselleşme; toplumsal yapıları, kültürleri, ekonomileri, nüfusun her kesimini, siyasal sistemleri ve tüm bunlarla birlikte gündelik yaşamımızı her yönü ile etkiledi. Bu küresel etki artık kaçınılmaz hale geldi. Küreselleşme ile toplumlar, insanlar geçmişe oranla birbirinden daha fazla etkilenerek sonuçta ortak bir düzen oluşumuna gitti. Bu düzende toplumların kültürel, siyasi ve ekonomik sistemleri aynılaşırken zaman zaman insanların ekonomik durumlarında olumlu-olumsuz etki etmeye, toplumlarda kimlik krizleri yaşanmaya başladı.

Toplumları bu kadar derinden etkileyen bir olgunun tasarımları da etkilemesi doğal bir süreç. Tasarımlar, artık küreselleşme ile birlikte yeni değerler sistemi kazanır hale gelirken amaç ve anlam bulmakta çeşitli zorluklar yaşanıyor ve anlam kayıpları meydana gelebiliyor. Bu anlam kayıpları, yaşadığımız mekanlarıntasarımlarına da büyük oranda yansıyor ve sonucunda karşımıza kimliksiz mekân tasarımları sorunu ortaya çıkmaya başlıyor.

Mekân kimlikleri, bireyin içinde yaşadığı fiziksel çevrenin etkilerini taşıyan, aynı zamanda bireyin kendi kimliğinin etkisi altında kalan ve onun bir alt yapısı şeklinde var olan bir olgu olarak tanımlanabilir. Mekanları tasarlarken, toplumsal kimliğin dikkate alınması oldukça önemli ve mekânın sürekliliğini sağlamasının da temel gerekliliklerinden biridir. Kimlik; bireyin mekânı güçlü, özgün, diğer mekanlardan farklı olarak tanımlayabileceği özellikleri şeklinde ifade edilebilir. Daha önce bahsettiğimiz kimlik olgusunda, nasıl kişiler birbirlerini etkileyerek kimliğin oluşumunda etkin oluyor ve kimlik sürekli bir değişim içerisinde ise, aynı şekilde kişiler ve mekanlar da sürekli bir etkileşim halinde olduğu için mekanların kimlikleri de bu değişime karşı koyamıyor. Mekanlar, içerisinde yaşayan insan ve toplum ile zaman içerisinde biçim değiştiriyor. Toplumun zaman içerisinde yaşadığı değişimler mekanların kimliklerine de aynı şekilde etki ediyor.

Küreselleşmenin toplumsal hayat üzerine yoğun etkisi ile her şey hızlanıp, tüketiliyor. Bu hızlı tüketim olgusunun mekanlara yansıması sürekli olarak değişip dönüşerek genellikle aynılaşıyor. Bunun sonucunda mekanlar, bu süreci yaşayan bireyler gibi bir “kimliksizlik” sorunu yaşıyor. Oysaki bireyler; yaşadıkları mekâna değerler yükledikleri, oraya bağlandıkları zaman o mekân kimliğe kavuşur. Fakat günümüzde toplumsal ve kültürel değişimlerdeki hız birçok diğer olgu gibi mekâna da bağlanmama, sadece kullanıp tüketme eğiliminde. Bu tüketimin oluşturduğu insanların tek tipleşmesi sonucunda, insanı temel alan mekân tasarımları da tek tip, kimliksiz mekân tasarımlarına dönüşüyor. Bu çift taraflı etkileşim sonucunda ‘aynılaşma’ ve ‘kimliksizleşme’ hem mekân hem de insan bağlamında kaçınılmaz görünüyor. Sonuçta, karşımıza özgünlük taşımayan zaten en başında bu kaygı güdülmeden tasarlanmış mekanlar çıkıyor. Kullanıcı da yaşamının hızına kapılıp mekândan daha fazlasını beklemeden tüketip bir diğerine geçiyor.

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

 

HER ŞEY GİBİ KELİMELERİ DE Mİ TÜKETTİK?

Cumartesi, 14 Mart 2020 by Umay Bostan

Herkese selamlar, pek çoğumuzun zaman zaman girdiği “varoluşsal sancılar” dönemimden bildiriyorum: Evet, bu yazıyı yazmaya başlamak çok zor oldu. X•DNA sekmemize göz gezdirdiyseniz (bkz. www.xdesignfactory.com/xdna/ ) ve birazcık aşağılara da kaydırdıysanız belki de bu tasarım ekibinde yer alan ancak bölümünü bırakmış biri olduğumu görmüşsünüzdür. Bunun sebebi tasarımdan keyif almamam değil de yaptıklarımdan keyif alamaz hale gelmemdi; yoksa içimizdeki yeni şeyler düşünme ve yaratma hevesi bitmedi! Oradayken pek de kullanamadığım 4 yıllık tasarım eğitimi deneyimim bugün bana bir şey hatırlattı: yıllar önceki temel tasarım dersimden kalan bir kompozisyon çalışmasının parçası “kelimeler tasarlanınca şiir oluyor”.

Az önce bahsettiğimiz tasarımın sonucu, kendimizi ifade etmenin çeşitli yollarından biri olan şiir, en eski edebi tür olarak da biliniyor. Duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturulan bir tür olarak özetlenebilir. Şiirler bir yana, derdimizi 2-3 kelimeyle bile anlatmaz, anlatamaz olduk. Okumadığımız gibi, dinlemez olduk. Her şeyin inanılmaz bir hızla üretildiği ve çok çok daha hızlı tüketildiği bu çağda, bahsedilen “her şeyi” pek çoğumuz mobilya, kıyafet gibi ürünler olarak düşünmüşüzdür. Peki ya kelimeler? Her şey gibi kelimeleri de mi tükettik?

Ağzımızdan çıkanları artık hiç düşünmüyoruz, her yerde, her şeyi konuşuyoruz. Söylediklerimizi ölçüp tartmıyor, nasıl söylediğimize de dikkat etmiyoruz. Yani aslında kelimelerimizi tasarlamıyoruz. Çok şey söyleyip içlerini boşaltıyoruz; hâl böyle olunca da konuşa konuşa tüketiyoruz her şeyi, geriyeyse kimi zaman pişmanlıklar, kimi zaman kırgınlıklar kalıyor; çoğu zamansa zaten bunlar bile kalacak kadar üstünde durmamış oluyoruz söylenenlerin ya da söylediklerimizin. İletişimin temeliydi bunlar oysaki. Birine iyi günler dilemenin gerçekten o insanın gününü güzelleştirebileceğini umursamaz, birinin halini sorarken cevabı dinlemez, özenle seçeceğimiz yerde kelimeleri hoyratça kullanır olduk. Karşımızdakinin ne anlattığıyla ilgilenmeyi bırakıp kendi derdimizi söylenmeye düştük. Karşı tarafı sessize almak biraz da kendimizi susturmak oluyor. Dinlemediğimiz her an düşünmeyi bırakıyoruz. Gelin görün ki bahsettiğim kelime tasarımı tam olarak bu aslında. Hadi gelin, Dieter Rams’ın “İyi Tasarımın 10 Temel Prensibi”ne bir de kelimelerin tasarımı şiirler açısından bakalım.

1)Şiir Yenilikçidir

-Kitabının adı bile İkinci Yeni öncüsü olan-

…

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

…

-Cemal Süreya

2)Şiir Kullanışlıdır

-Kime desen, niye desen olan-

…

Ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün…

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,

…

 

-Can Yücel

3)Şiir Estetiktir

-Dizelerin uyumu bir yana, hayata da ayrı güzel baktıran-

…

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım.

…

 

-Turgut Uyar

4)Şiir Şiiri Anlamamıza Yardımcı Olur

-Derdini derdiyle anlatan-

…

Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi,

Ne kapanan kapılar,

Ne yıldız kayması gecede,

Ne tren tarifesi cepte

Ne de turna katarı gökte.

 

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

…

 

-Şükrü Erbaş

5)Şiir Fazla Öne Çıkmaz

-Mısraları değil betimlemeleri kalan-

…

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.

 

-Nilgün Marmara

6)Şiir Dürüsttür

-Oldurmaya çalışmadan, olmazlarıyla sevdasına tutunan-

…

Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum…

 

-Attilla İlhan

7)Şiir Dayanıklıdır

-Rubai kavramını günümüze taşımakla kalmayıp alternatif gruplara da ilham olan-

…

Tanrım; bu güzel yüze vermişsin emek,
O sümbülü koklamak, saçın’ ellemek.
Sonra da ona bakma, dersen, anlamı:
Dolu kadehi ters tut, hiç dökme demek!

…

 

-Ömer Hayyam

8)Şiir Son Detayına Kadar Uyumludur

-Kafiyeleri değil ama çelişkileriyle uyumu bulduran-

…

Bütün yüzler budur sanıyorum

Çok kaybettim niye olduğumu

Oynasam kazanırdım kendime göre

Belki de bir Tanrı bulup sığınır ellerime

Büyütür dururdum korkunçluğumu.

…

 

-Edip Cansever

9)Şiir Çevrecidir

-Anlatmaya kelimeler yetmeyen-

…

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

…

 

-Nazım Hikmet Ran

10)Şiir Mümkün Olduğunca Az Şiirdir

Söylenmiyor çok şey, susmadan…

-Özdemir Asaf

 

 

…

Read more
  • Published in Tasarım
No Comments

Recent Posts

  •  

    TECRÜBE

      Bu yazıyı sıcak bir Eskişehir gününde, i...
  •  

    BİR TASARIM KLASİĞİ : BARBİE

    Çocukların tablet kullanmadığı ama artık pek sa...
  •  

    “X”LER VARDIR!

    “X Design Factory”; hayalleri olan, farklı bölü...
  •  

    CYBERPUNK DÜNYA

    Bunca şey peş peşe gelince, kelime anlamı dahi ...
  •  

    FIÇI

    Köklü alışkanlıklarımızın sanatımıza yön vermes...

Son Yorumlar

    Archives

    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020

    Categories

    • Misafir
    • Tasarım

    Meta

    • Giriş
    • Yazı beslemesi
    • Yorum beslemesi
    • WordPress.org
    • X
    • X·DNA
    • X · DEĞER
    • X · MAG
    • X · MAG ARŞİV
    • X·İLETİŞİM

    @2020. Tasarım x design factory tarafından yapılmıştır. Tüm hakları saklıdır.

    TOP